Yakın geleceğin iç gıcıklayıcı teknolojilerinin kara mizah tadında ele alındığı bir antolojinin müzik seçimleri nasıl olmalıdır? Farazi bir teknoloji dünyasının arka fonunda Lady Gaga çalacak değil ya! Belki şu ana kadar dikkat etmemiş olabilirsiniz ama Black Mirror distopyasını kusursuz yapan saman altından kulağınıza çalınan müzikleri.
San Junipero’nun yüksek promilli dünyasıyla başlayalım lafa. Her ne kadar ilk duyulduğunda kulağa Brezilya‘daki bir şehirmiş gibi gelse de San Junipero, Black Mirror’ın Emmy Ödüllü en Vanilla Sky, en yeme de yanında yat bölümüydü. Peki neden bu kadar çok sevdik San Junipero‘yu? Kara kaşı kara gözü için mi? Sevdik, çünkü müzikleri iliklerimize işledi. Sevdik, çünkü bize serotonin hormonu salgılatan tek Black Mirror bölümüydü. 1987 San Junipero ütopyasını karşı tarafa aktaracak sesler bütünü öyle armut piş ağzıma düş yoluyla bulunmuyor maalesef. Roma nasıl bir günde inşa edilmediyse dizinin yaratıcısı, yazarı, çizeri, eli kolu ayağı (ahtapot) Charlie Brooker da bu diziyi bir günde yaratmadı. Sonuçta biz onun fütüristik ve ulvi dünyasını ekran başından melül melül izleyen, aslında bunu bile haketmiyoruz, kuru bir kalabalığız.
Bu bölümü izleyene kadar ‘Heaven is a Place on Earth’ vur patlasın çal oynasın konseptli bir şarkıdan ibaretti. Fakat ne zaman ki San Junipero‘yla tanıştım işte o zaman anladım ki bir daha o şarkıya eskisi gibi bakamayacağım; anında friendzone alanımdan çıkıverdi ve duygusal bir bağ kuruldu aramızda. Charlie Brooker playlisti için dizi mi yapmış anlamasak da dakika bir gol bir bu bölüm için aklına gelen ilk parça ‘Heaven is a Place on Earth’ olmuş.
Şu ana kadar saydığımız bölümler arasında en suspusu Nosedive var bir de. Kabul görmenin ve beğenilme arzusunun baştan çıkarıcı gücünün tüm çıplaklığıyla yansıtıldığı, Facebook ve Instagram gibi portallarından aldığımız beğenilerin ve yorumların ölüm kalım meselesi haline geldiği bir bölümdü Nosedive. Pastel tonların ve renk bloklarının kulağınıza “Her şey yolunda” diye fısıldadığı bu bölümde kara mizah faktörü anbean kendini hissettirir; diğer bölümlerin aksine Nosedive’de sessizlik hakimdir. The Leftovers, Waltz With Bashir, Miss Sloane ve Disconnect gibi yapımlara minimalist ve klasik yorumlar katan Berlin asıllı besteci Max Richter’a göre bu bir taktikti.